SA’D BİN MUAZ R.A. سَعْدَ بْنَ
مُعَاذٍ:
Eshâb-ı kirâmın
meşhûrlarından. İsmi, Sa’d bin Muaz bin Nu’man İmr-ul-Kays el-Ensârî, el-
Evsî’dir. Babası Muaz bin
Numan, annesi Kebşe binti Râfi’dir. Künyesi Ebû Amr, lâkabı Seyyid-ül-
Evs’dir. Yaklaşık olarak
(m. 590) senesinde Medine-i Münevvere’de doğdu. 5 (m. 627) senesinde Hen-
dek Savaşında şehîd oldu.
Müslüman olmadan önce, Medine’de bulunan Evs kabilesinin ve Benî Abdül-
Eşheloğullarının reisi idi.
Evs kabilesi içinde Abd-ül-Eşheloğulları, çok zengin ve itibarlı olup, Sa’d bin
Muaz’ın sözlerini derhal
kabul ederler ve O’na tâbi olurlardı. Bu bakımdan kabile içerisinde en ileri
gelen
bir kimse olarak kabul
edilirdi.
Sa’d bin Muaz’ın müslüman
olması başlı başına mühim bir hâdisedir. Çünkü O müslüman olunca,
O’na bağlı olan kabilesi de
O’nun bu teklifi ile müslüman oldu. Böylece Medine’de İslâmiyet süratle
yayıldı.
Muhammed aleyhisselâmın
bi’setinin onuncu yılı başlarında Medine’den gelen 12 kişi, Peygamberimizle
(s.a.v.) görüşüp müslüman
oldular. Birinci Akabe bîati denilen bu görüşmeden sonra, Medinelilerin
kendilerine Kur’ân-ı kerîmi
ve İslâmiyeti öğretecek bir öğretmen istemeleri üzerine, Peygamberimiz
(s.a.v.) Mus’ab bin Umeyr’i
bu iş için Mekke’den Medine’ye gönderdiler. Mus’ab bin Umeyr Medine’de
fevkalâde bir gayretle çok
kimsenin müslüman olmasını sağladı. Faaliyetlerini yürütmek üzere Sa’d bin
Muaz’ın teyzesinin oğlu
olan Es’ad bin Zürare’nin evinde yerleşmişti. Bu sebeple Sa’d bin Muaz, o zaman
Arablar arasında akrabaya
karşı hakaretten kaçınmak âdet olduğu için teyzesinin evine gidip bu işe
mâni olma teşebbüsünde de
bulunamadı. Kendisi bir kabile reisi olarak bu işe el koymak istiyordu. Bu
maksatla kabilesinin ileri
gelenlerinden Üseyd bin Hudayr’a, “Sen git şu bizim hanemize gelen kişiyi gör
ne yapacaksan yap. Es’ad
benim teyzemin oğlu olmasaydı bu işi sana bırakmazdım.” dedi. Bunun üzerine
Üseyd bin Hudayr, mızrağını
alıp, Mus’ab bin Umeyr’in bulunduğu eve gitti. Ancak oraya varınca
O’nun tatlı konuşması ile
insanın kalbine işleyen sözlerini ve hoş sesiyle okuduğu Kur’ân-ı kerîm
âyetlerini
dinleyince, kendinden
geçip, “Bu ne güzel şey!” dedi. Sonra da “bu dine girmek için ne yapmak
lâzımdır,”
dedi. Anlattılar ve Üseyd
bin Hudayr, kelime-i şehâdet söyleyerek müslüman oldu. Büyük bir
huzur içerisinde olduğu
halde Mus’ab bin Umeyre dönerek, “Arkamda bir âlim var. Ben hemen gidip onu
size göndereyim. Eğer o
müslüman olursa Medine’de O’nun kavminden îmân etmedik hiç kimse
kalmaz...” diyerek kalkıp süratle
gitti. Doğruca Sa’d bin Muaz’ın yanına vardı. Sa’d bin Muaz O’nu görünce,
“Yemin ederim ki Üseyd
buradan gittiği yüzle gelmiyor” dedi. Sonra da, “Ne yaptın yâ Üseyd?”
diye sordu. Üseyd bin
Hudayr, Sa’d bin Muaz’ın müslüman olmasını çok arzu ettiği için, “O kişiyle
(Mus’ab bin Umeyr ile)
konuştum, onların bir fenalığını görmedim. Yalnız duyduk ki, Benî
Hâriseoğulları
teyze oğlun Es’ad’ın böyle
bir kimseyi evinde barındırmasından kuşkulanarak teyzenin oğlunu öldürmek
için harekete geçmişler.”
dedi. Bu sözler Sa’d bin Muaz’a çok dokundu. Çünkü bir kaç sene önce yapılan
bir savaşta, Benî
Hâriseoğullarını yenip, Hayber’e sığınmaya mecbur etmişlerdi. Bir sene sonra da
affedip, memleketlerine
dönmelerine izin vermişlerdi. Buna rağmen onların böyle bir tavır takınmaları
düşüncesi Sa’d bin Muaz’ı
çok kızdırmıştı. Halbuki işin aslında böyle bir hareketleri yoktu. Üseyd bin
Hudayr böyle bir hileye
başvurarak, Sa’d bin Muaz’ın teyzesine ve teyzesinin oğlu Es’ad bin Zürare’ye
dolayısıyla Mus’ab bin
Umeyr’e zarar vermesini önlemek istedi. Böylece onların tarafına geçmesini ve
nihayet müslüman olmasını
temin etmek gayretinde idi.
Sa’d bin Muaz, Üseyd bin
Hudayr’ın bu sözleri üzerine hemen yerinden fırlayıp, Es’ad bin
Zürare’nin yanına gitti.
Oraya varınca baktı ki, Hz. Es’ad ile Mus’ab bin Umeyr son derece huzur ve
sükûn
içerisinde oturup, sohbet
ediyorlar. Yanlarına yaklaşıp, “Ey Es’ad aramızda akrabalık olmasaydı sen
bunları yapamazdın...”
dedi. Bu sözlere Hz. Mus’ab bin Umeyr cevap vererek, “Ey Sa’d, hele biraz dur,
oturup bizi dinle, anla,
sözlerimiz hoşuna giderse ne âlâ, eğer sözlerimizi beğenmezsen biz bunu sana
teklifden vazgeçeriz. Bizi
bırakır gidersin” dedi. Sa’d bin Muaz bu yumuşak ve tatlı sözler karşısında
sakinleşip, bir kenara
oturarak onları dinlemeye başladı.
Mus’ab bin Umeyr, Sa’d bin
Muaz’a önce İslâmiyeti anlattı. İslâmiyetin esaslarını açıkladı. Sonra
tatlı ve güzel sesiyle
Kur’ân-ı kerîmden bir miktar okudu. O okudukça Sa’d bin Muaz’ın hâli değişiyor,
kendinden geçiyordu.
Kur’ân-ı kerîmin eşsiz belâgatı karşısında kalbi yumuşadı ve büyük bir tesir
altında
kaldı. Kendini tutamayıp,
“Siz bu dine girmek için ne yapıyorsunuz?” dedi. Mus’ab bin Umeyr hemen
O’na kelime-i şehâdeti
öğretti. O da, “Eşhedü enlâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden
abdühû ve resûlûh” diyerek
müslüman oldu. Sa’d bin Muaz müslüman olmaktan duyduğu huzur ve
sevinç içerisinde yerinde
duramaz oldu. Hemen evine gidip öğrendiği gibi gusül abdesti aldı. Sonra da
kavminin toplanmasını
istedi. Üseyd bin Hudayr’ı yanına alıp, kavminin toplandığı yere gitti. Benî
Eşheloğullarına hitaben,
“Ey Benî Abd-ül-Eşhel, siz beni nasıl tanırsınız?” dedi. Onlar da hep bir
ağızdan,
“Sen bizim reisimiz ve
büyüğümüzsün, biz sana tâbiyiz.” dediler. Sa’d bin Muaz, onların bu sözleri
üzerine, “O hâlde hepinize
haber veriyorum. Ben müslüman olmakla şereflendim. Sizin de Allahü
teâlâya ve O’nun Resûlüne
îmân etmenizi istiyorum. Eğer îmân etmezseniz sizin hiçbirinizle
konuşmayacağım,
görüşmeyeceğim...” dedi.
Benî Abd-ül-Eşheloğulları,
reisleri Sa’d bin Muaz’ın müslüman olduğunu ve kendilerini de İslâma
davet ettiğini duyar duymaz
hep birlikte müslüman oldular. O gün akşama kadar Medine semalarını kelime-
i şehâdet ve tekbir
sedâlarıyla çınlattılar. Bu hâdiseden kısa bir müddet sonra bütün Medine halkı,
Evs ve Hazrec kabileleri
İslâmiyeti kabul edip, îmân ettiler. Her ev İslâm nuruyla aydınlandı. Sa’d bin
Muaz ve Üseyd bin Hudayr,
kabilelerine ait bütün putları kırdılar. Bu durum sevgili Peygamberimize
(s.a.v.) bildirildiğinde
çok memnun oldu. Mekkeli müslümanlar sevince gark oldular. Bu sebeple O seneye
(m. 621) sevinç yılı
denildi. Resûlullah (s.a.v.) Medine’ye hicret ettikten sonra bu hâdiseye işaret
ederek,
“Ensâr hanedanından en
hayırlısı Neccâroğullarının hanedanıdır. Sonra Abd-ül-Eşhel hanedanıdır.”
buyurdu.
Sa’d bin Muaz (r.a.),
ikinci Akabe bîatında bulunup, Resûlullah’a (s.a.v.) bîat etti. Bu bîatte
bulunanlar
Resûlullah’ı (s.a.v.)
canları gibi koruyacaklarına ve gerekirse bu hususta mallarını ve canlarını
fedâ edeceklerine söz verdiler.
Peygamberimiz (s.a.v.)
Medine-i Münevvere’ye hicret edince Sa’d bin Muaz’ı (r.a.), Sa’d İbn-i Ebî
Vakkas (r.a.) ile kardeş
yaptı. Hicretten sonra beş sene kadar yaşadı. Sa’d bin Muaz, Medine’nin ileri
gelenlerinden ve
reislerinden olduğu için, Mekke’ye gidip, Kâ’be’yi tavaf ederdi. Müşrikler bu
sebeple
ona dokunamazlardı. Bu
ziyâretlerinden birinde Ebû Cehil karşısına çıkıp, siz bizim dinimizden
ayrılanları
himaye ettiniz. Onlara her
yardımda bulundunuz. Eğer burada seni himayesine alanlar olmasaydı seni
öldürürdüm. Dönüp
çocuklarına kavuşamazdın demişti. Sa’d bin Muaz, Ebû Cehil’in bu tehditli
sözleri
karşısında gayet cesurane
cevap vermişti. Ona şöyle dedi: “Eğer böyle bir şeye kalkışırsan, Medine
yakınından geçen ticâret
yolunu keser, seni bir daha oralara ayak bastırmam” dedi. Bunları söylerken
sesi öyle gürlüyordu ki
yanında bulunan Ümeyye bin Halef, sesini biraz alçalt bu kişi bu vâdînin
meşhûrudur,
demişti. Bunun üzerine Sa’d
bin Muaz daha gür bir sesle yemin ederim ki Resûlullah (s.a.v.) bize
senin katl olunacağını
haber verdi, dedi. Ebû Cehil bu sözleri işitince şaşkına döndü. Mekke’de mi
öldürüleceğim
deyince orasını bilmem
cevabını verdi. Ebû Cehil bunu bildiği için Bedir Savaşında her ne
kadar Mekke’den çıkmamak
istemişse de çevresinin ayıplaması üzerine Bedir’e gelmişti. Nihayet
Peygamberimizin (s.a.v.) buyurduğu gerçekleşip, Ebû Cehil katledildi.
Sa’d bin Muaz Bedir
Savaşı’na katılarak, Bedir Eshâbından olmakla da şereflendi. Bedir Savaşı
başlamadan önce, Peygamberimiz
(s.a.v.) Mekkeli müşriklerin bir ordu hazırlayıp, Medine’ye doğru harekete
geçtiklerini haber alınca
bir meşveret meclisi kurup, Eshâb-ı kirâm ile istişâre yaptı. Bu istişâre
sırasında Sa’d bin Muaz da
söz alıp, şöyle konuştu: “Yâ Resûlallah, biz sana inandık. Bize getirdiğin Hz.
Kur’ân’ın hak olduğuna
şehâdet ettik. Sen nasıl arzu edersen öyle yap. Sen bize denizi gösterip dalsan
biz de seninle birlikte
dalarız. Ensârdan (Medineli müslümanlardan) tek kişi dahi geri dönmez. Biz
sözümüzde
duracağız.” dedi. Bu sözler
Resûlullah’ı (s.a.v.) çok memnun etti. Bundan sonra da Sa’d bin
Ubade aynı şekilde
konuşunca, Bedir Savaşı hazırlığı başladı. Sa’d bin Muaz bu savaşta Evs
kabilesinin başında bulundu.
Bedir Savaşı’ndan sonra
Uhud Savaşı’na da katılan Sa’d bin Muaz (r.a.) gösterdiği cesaret ve
kahramanlıkla Eshâb-ı kirâm
arasında çok sevildi. Bu savaşta oğlu Amr bin Sa’d şehîd oldu. Uhud Savaşı’nda
Peygamberimiz (s.a.v.)
yaralanmıştı. Sa’d bin Muaz, Sa’d bin Ubade ile birlikte Peygamberimizin
(s.a.v.) yaralarını sarıp,
tedavi etti. Sa’d bin Muaz müşriklerle yapılan Hendek Savaşı’na da katıldı.
Bu savaşın yapıldığı
sırada, sağlam kalelerden olan Hârisoğulları kalesinde Sa’d bin Muaz’ın
annesiyle
birlikte bulunan Hz Âişe
şöyle anlatmıştır: “O gün şiddetli bir ses duydum. Baktım ki, Sa’d bin Muaz
yanında
yeğeni ile savaşa
gidiyordu. Kılıcını kuşanmış gür sesle şu şiiri okuyordu:
“Şiddetli bir cihad
başlayacak yok hiçbir engel Ölümden kaçılır mı hiç gelip çatınca ecel”
Bunu işiten Sa’d bin
Muaz’ın annesi oğlum koş arkadaşlarına yetiş, dedi. Hendek Harbinde; Sa’d
bin Muaz büyük bir
kahramanlık göstererek savaşıyordu. Savaş sırasında İbni Araka adlı bir
müşrikin
attığı ok ile kolundan
yaralandı. Ok atardamara isabet edip, çok kan kaybına sebep oldu. Hz. Sa’d yaralı
bir halde etrafındakilerin
kanı durdurmak için uğraştıklarını görerek, durumunun ciddi olduğunu anladı ve
“Yâ Rabbi, Kureyş harbe
devam edecekse bana ömür ihsan eyle. Çünkü senin Resûlüne (s.a.v.) eziyet
eden, O’nu yalanlayan bu
müşriklerle savaşmaktan hoşlandığım kadar başka bir şeyden
hoşlanmıyorum. Eğer
aramızdaki harp sona eriyorsa beni şehîdlik mertebesine yükselt. Fakat, Benî
Kureyza’nın akıbetini
görmeden ruhumu kabzetme,” diyerek duâ etti. Peygamberimiz (s.a.v.) mescidde
bir çadır kurdurarak Sa’d
bin Muaz’ı oraya yatırttı. Beni Eslem kabilesinden Refide’yi de O’nun
tedavisine
memur etti. Orada yattığı
sırada Peygamberimiz (s.a.v.) sık sık yanına gelip, halini sorardı.
Peygamberimiz
(s.a.v.) Hendek Savaşı sona
erince, derhal Benî Kureyza yahudileri üzerine hareket emri verdi.
Benî Kureyza yahudileri
Peygamberimizle (s.a.v.) anlaşma yaptıkları halde Hendek Savaşı’nın en kritik
anında, müşrikler tarafına
geçmişler, müslümanları arkadan vurmaya kalkmışlardı. Sa’d bin Muaz (r.a.)
böyle yapmamaları için
onları ikâz etmişti. Fakat dinlememişlerdi. Bu sebeple Hendek Savaşı’ndan hemen
sonra Benî Kureyza
yahudileri muhasara altına alındı. Bu kuşatma bir ay sürdü. Sonunda teslim
oldular. Haklarında verilecek
hüküm için Sa’d bin Muaz’ı hakem olarak istediler. Onların bu isteği üzerine
Peygamberimiz (s.a.v.),
Sa’d bin Muaz’ı (r.a.) yattığı çadırından getirtti. O yahudilere “Ne hüküm
verirsem
râzı mısınız?” dedi. Evet
razıyız dediler. Bunun üzerine Sa’d bin Muaz, Benî Kureyza erkeklerinin
boynunun vurulmasına hükmetti. Bu hüküm gereğince erkeklerin boynu vuruldu.
Kadınlar ve çocuklar
esir alınıp, mallarına el
konuldu. Benî Kureyza’dan bazı erkekler ise müslüman olup, kurtuldular. Sa’d
bin Muaz bu hükmü verince
Peygamberimiz (s.a.v.) “Onlar hakkında Allahın ve Resûlünün hükmüyle
hükmettin.” buyurdu.
Sa’d bin Muaz, Benî Kureyza
yahudileri hakkındaki hükmü verdikten sonra tekrar çadırına götürüldü.
Yarası ağırlaşıp, durumu
şiddetlenmişti. Peygamber efendimiz (s.a.v.) yanına gelip onu kucakladı ve
“Allahım; Sa’d, senin rızan
için senin yolunda cihad etti. Resûlünü de tasdîk etti. Ona kolaylık
ihsan eyle...” buyurarak
duâ etti. Sa’d bin Muaz Peygamberimizin (s.a.v.) bu sözlerini duyunca gözlerini
açıp şöyle fısıldadı. “Yâ
Resûlallah! Sana selâm ve hürmetler ederim. Senin, Allahü teâlânın peygamberi
olduğuna şehâdet ederim.”
Bundan sonra Sa’d bin Müaz’ın yakınları onu kaldığı çadırdan Abd’ül-
Eşheloğullarının evine
götürdüler. O gece durumu çok ağırlaşmıştı. Cebrâil aleyhisselâm Peygamber
efendimize (s.a.v.) gelip
“Yâ Resûlallah! Bu gece senin ümmetinden vefât edip de vefâtı melekler arasında
müjdelenen kimdir?” dedi.
Bunun üzerine Peygamberimiz (s.a.v.) hemen Sa’d bin Muaz’ın halini
sordu. Evine götürüldüğünü
söylediler. Peygamberimiz (s.a.v.) yanında Eshâb-ı kirâm’dan bazıları olduğu
halde süratle Sa’d bin
Muaz’ın yanına gitti. Yolda süratli gitmeleri sebebiyle Eshâb-ı kirâm yorulduk
Yâ Resûlallah dediler.
Melekler Hanzala’nın cenâzesinde bizden önce bulundukları gibi Sa’d’ın da
cenâzesinde
bizden önce bulunacaklar
biz önce yetişemeyeceğiz, buyurarak hızlı gitmelerinin sebebini
açıkladı. Peygamberimiz
(s.a.v.) Sa’d bin Muaz’ın yanına gelince Onu vefât etmiş olarak buldu. Baş
ucuna
durup; Sa’d bin Muaz’ın
künyesini söyleyerek “Ey Ebû Amr sen reislerin en iyisi idin. Allah sana
se’âdet, bereket ve en
hayırlı mükâfatı versin. Allaha verdiğin sözü yerine getirdin. Allah da sana
va’d ettiğini verecektir.” buyurdu. Bu sırada Sa’d bin Muaz’ın annesi ağlayarak
şu beyti okudu:
“Nasıl dayanabilir vah
yazık annesine, Tahammül ister, ağlarım başıma gelene...”
Eslem bin Hâris şöyle
anlatmıştır: Resûlullah (s.a.v.) Sa’d bin Muaz’ın evine geldi. Biz kapıda
bekliyorduk. Resûl-i Ekrem
(s.a.v.) içeri girdi. Biz de peşinden yürüdük. İçerde Sa’d bin Muaz’ın cenâzesi
vardı. Başka kimse yoktu.
Resûlullah (s.a.v.) adımlarını gayet geniş açarak yürüyordu. Bu durumu
görünce yavaşladım. Durmamı
işaret edince de durdum. Sonra da geriye döndüm. Resûlullah (s.a.v.)
içerde bir müddet durdu.
Sonra dışarı çıktı. Çıkınca Yâ Resûlallah niçin adımlarınız geniş yürüdünüz
dedim. “Böylesine kalabalık
bir mecliste bulunmadım, (Melekler dolmuştu) Meleğin biri beni kanadı
üzerine aldı da ancak öyle oturabildim.”
buyurdu. Sonra: Sa’d bin Muaz’ın lâkabını söyleyerek, “Sana
afiyet olsun Yâ Ebâ Amr!
Sana afiyet olsun Yâ Ebâ Amr! Sana afiyet olsun Yâ Ebâ Amr.” buyurdu.
Onun vefâtı Resûlullah
(s.a.v.) ve Eshâb-ı kirâm’ı çok üzdü, gözyaşı döküp ağladılar. Cenâzesinde
bütün Eshâb-ı kirâm
toplandı. Peygamberimiz (s.a.v.) cenâze namazını kıldırdı, cenâzesini taşıdı.
Eshâb-ı kirâm Sa’d bin
Muaz’ın (r.a.) cenâzesini taşırken Yâ Resûlallah (s.a.v.) biz böyle kolay
taşınan
cenâze görmedik dediler.
Bunun üzerine Peygamberimiz (s.a.v.) melekler indi onu taşıyorlar buyurdu.
Cenâzesi giderken
münafıklar da kötülemek için ne kadar da hafif dediklerinde, Peygamberimiz
(s.a.v.)
Sa’d’ın cenâzesine
yetmişbin melek indi. Şimdiye kadar yeryüzüne bu kadar kalabalık halde inmemişlerdi,
buyurdu. Ebû Sa’îd’il Hudrî
dedesinin şöyle dediğini nakletmiştir: “Sa’d bin Muaz’ın (r.a.) kabrini
kazanlardan biri de bendim.
Ona kabir kazmaya başlayınca biz kazdıkça etrafa kabirden misk kokusu
yayıldı.” Şurahbil bin
Hasene de şöyle demiştir: “Sa’d bin Muaz defn edilirken birisi kabrinden bir
avuç
toprak almıştı. Sonra onu
evine götürünce o toprak misk oldu. Cenâzesi kabre indirilirken Peygamberimiz
(s.a.v.) kabri başında
oturup, mübârek gözleri yaşardı ve mübârek sakalını eliyle tutup çok üzüldü.
Hadîs-i şerîfte “Sa’d İbn-i
Muaz’ın ölümünden dolayı arş titredi.” buyuruldu. Bir defasında Peygamberimize
(s.a.v.) çok kıymetli bir
elbise hediye edilmişti. Eshâb-ı kirâm ne kadar güzel dediklerinde “Sa’d
bin Muaz’ın Cennetteki
mendilleri bundan daha güzeldir.” buyurdu.
Sa’d bin Muaz’ın (r.a.)
şehîd olması mühim bir hâdise idi. O daha ilk müslüman olduğu sırada onun
vasıtasıyla emiri bulunduğu
Medine’deki Evs kabilesi tamamen müslüman olmuştu. Bütün güçleriyle
İslâma hizmet ettiler. Sa’d
bin Muaz ancak beş sene kadar Resûlullah (s.a.v.) ile beraber bulunup, daima
cihad etti. Se’âdetle
yaşadı. 37 yaşında olduğu halde genç olarak şehîd oldu ve rahmete kavuştu.
Hz. Âişe validemiz, Sa’d
bin Muaz’ın (r.a.) vefâtı Eshâb-ı kirâm’ı çok üzdü. Odamda olduğum halde Hz.
Ebû Bekir’in ve Hz. Ömer’in
O’nun için ağladıklarını işittim, buyurmuştur. Sa’d bin Muaz’ın vefâtı üzerine
Eshâb-ı kirâm’dan meşhûr
şair Hassan bin Sâbit ağlayarak bir şiir söylemiştir. Bu meşhûr şiirin
tercümesi şöyledir:
“Yemin ederim ki,
gözlerimden yaşlar, çağlayanlar gibi aktı.
Lâyıktır bu gözlere Sa’d
için yaşlar boşalması...
Koca bir şehîd savaş
meydanında kalmış, acılarla inleyen gözler, Onun için hüzünlü.
Allahın dîni uğrunda can
veren şehîdlerle (Sa’d) Cennetin vârisi, en şerefli yolcu olmuş...
Ey Sa’d, bize veda edip
gittinse, karanlık kabirde kaldınsa da sen herkesin görebileceği yüksek bir
makamda, övgü ve şeref elbiselerine bürünmüşsün.
Ey Sa’d, Benî Kureyza
hakkında verdiğin hüküm Allahü teâlâ’nın hükmüne muvafık oldu...
Herne kadar zamanın
musîbetleri sana eziyet verdilerse de ebedi Cennetleri verip, bu dünyâyı
(senden) satın aldılar...
Ey Sa’d, sadıkların (senin
gibi şehîdlerin) varacağı yer (Cennet) ne güzeldir. Bir gün çağırıldıkları
zaman...”
Hassan bin Sâbit, Eshâb-ı
kirâm’ın şehîdleri için ağlayarak yazdığı bir şiirinde şöyle demiştir: “Gönül
o kadar coştu, o kadar
yükseldi ki, Cennette olan şehîd dostlarım Tufeyl, Râfi’ ve Sa’d’ı yâd etti.
Onlarsız evlerin ıssız ve
harabe kaldığını görüp, (Onları) hatırladım...”
Sa’d bin Muaz genç yaşta
vefât ettiği için hadîs-i şerîf rivâyeti azdır. Sadece Sahih-i Buhârî’de
rivâyet
ettiği bir hadîs-i şerîf
vardır. Diğer bir rivâyeti de Enes bin Mâlik’in kendisinden naklettiği Sa’d bin
Rebî’nin Uhud Savaşı’nda şehîd edilme hadîsesidir.
Sa’d bin Muaz hazretleri,
buyurdu ki: “Müslüman olduğum günden beri namaz kılarken hatırıma
hiç bir şey getirmedim.
Resûl-i ekremin her söylediğinin hak olduğuna inandım, kabul ettim.”
“Ben üç şeyde kuvvetli
olduğum kadar, hiçbir şeyde kuvvetli olmadım. Birincisi namazdadır. Müslüman
olduğumdan beri başladığım
hiç bir namazda, bir an önce bitirsem diye hatırıma bir şey gelmedi.
İkincisi; bir cenâzeye
yardıma çıktığımda cenâze defin edilinceye kadar, ölümden başka hatırımdan hiç
bir şey geçmezdi. Üçüncüsü;
Resûlullah’ın (s.a.v.) her buyurduğunu kabul ettim, bunda hiç tereddüt
etmedim.”
KAYNAKLAR:
1) Tabakat-ı İbn-i Sa’d
cild-3, sh-420
2) El-A’lâm cild-3, sh-88
3) El-Îsâbe cild-2, sh-37
4) Tehzîb-üt-tehzîb cild-3,
sh-481
5) Tehzîb-ül-esmâ ve’l-luga
cild-1, sh-214
6) El-İstiâb (Îsâbe
kenarında) cild-2, sh-27
7) Tam İlmihâl Se’âdet-i
Ebediyye sh-1059
8) Eshâb-ı Kirâm sh-388
9)
Câmi-ul-kerâmât-il-evliyâ cild-1, sh-83